Atatürk'ün Önsezisi (Mustafa Sagir Olayı)
Ana Sayfa
Hakkımda
Albüm
Onur Sayfası
Atatürk Sayfası
Üstün Soyağacı
Ziyaretçi Defteri
İletişim


T.C. Merkez Bankası
Döviz Kurları
Döviz
Alış
Satış
USD
34.1398
34.2013
EUR
37.6516
37.7195
GBP
44.8543
45.0882
SAR
9.0898
9.1062
JPY
23.2620
23.4161
RUB
0.35753
0.36221
 
Hava Durumu

ANKARAANKARA

ANKARA
Site İçeriği
.  Hakkımda
.  Albüm
.  Onur Sayfası
.  Atatürk Sayfası
.  Üstün Soyağacı .  Ziyaretçi Defteri
.  İletişim
.  Genel Hususlar
.  Tarihi ve Güncel Olaylar
.  Gezi Rehberleri
.  Mesajlarım
.  Haftanın Sayfası
.  Kur'an-ı Kerim Meali
.  Türkçe İsimler Sözlüğü
.  Ülkeler
.  İllerimiz
.  E-Kitaplar
.  Soru Cevap  
.  Haberler
Kardeş Web Siteleri
.  www.besahukuk.com
.  www.kalpakogullari.hleve
ntustun.com

.  www.sinavanaliziyap.hlev
entustun.com

.  www.karikmefrusat.com

ATATÜRK SAYFASI

Atatürk'ün Önsezisi (Mustafa Sagir Olayı)

SABİHA GÖKÇEN ANLATIYOR;

Yaşamım boyunca politikaya hiç mi hiç bulaşmadım... Politikayı değil, politikaları yaratan olayları dinlemeyi, öğrenmeyi seviyordum. Bu nedenle Atatürk’e “Mustafa Sagir olayı nedir?” diye sorduğumda, o tatlı tatlı  gülümseyerek sadece şu yanıtı verdi; "Bir  casusluk olayı Gökçen… İngilizlerin özel olarak yetiştirdikleri bir Hintli.. Sözüm ona Hint Hilafet Cemiyeti üyelerinden biri. Daha doğrusu bize öyle tanıtılmıştı. İngilizler herkesi budala ya da kör yerine koyuyorlardı. Bu zavallı adamın maskesini düşürdüğümüz zaman buna en çok şaşan elbette ki İngilizler olmuştu. Olmuştu ama, Mustafa Sagir’ın kendilerine hizmet ettiğini hiçbir zaman itiraf etmemişlerdi..."

Büyük önderden Mustafa Sagir ile duyduklarımın hepsi bu kadardı... Çankaya’ya geldiğim bir tatil günü, Atatürk’ün dört günlük geziye çıktığını öğrendim. Yurt gezisine. Bu arada bana kısa bir mektupçuk bırakmıştı; "Kızım Gökçen" diyordu... "Anadolu’daki bazı çalışmaları yerinde görmek üzere gidiyorum. Merak ettiğin Mustafa Sagir konusunda, en yetkili kişilerden biri olan Kılıç Ali Bey sana geniş bilgi verecektir, gözlerinden öperim…"

Ve hemen o akşam Kılıç Ali bey köşke gelerek beni buldu. Önce İstiklal Mahkemelerinden bahsetti kısaca;
“Biz Türk Ulusu olarak tek bir şey istiyorduk, tam bağımsızlık, özgürlük… Bunu ne gibi fedakarlıklarla başardığımızı artık herkes çok yakından biliyor... Yokluklar, mahrumiyetler içinde yapılan bu mücadeleye akıl erdiremeyen bedbahtlar, bu kutsal mücadelenin ardında yatan vatan bütünlüğü felsefesini idrak edemeyenler şurada  burada çeşitli suikastlara teşebbüs etmişlerdi... İçerden ve dışardan gelecek böylesine haince teşebbüsleri engellemek için meclisçe hükümetçe önlemler alınması gerekiyordu. Sarayın emri ile verilen fetvalar, yer yer baş gösteren isyan hareketleri, ordumuzu daha doğmadan boğmaya kalkan girişimler büyük bir tehlikenin alenen çalan çanlarıydı. Ulusal davayı yetki ile ve büyük bir hassasiyetle ele alan Birinci Büyük Millet  Meclisimiz her türlü vatan hainleri ile meşgul olmayı kendisine görev edinmişti... İstiklal Mahkemeleri kurulacaktı. Bunun için bir yasa hazırlanması gerekiyordu. Kimisi millet mahkemesi diyelim dedi, kimisi terör mahkemesi diyelim diye tutturdu, oysa en yakışır isim kuşkusuz istiklal mahkemesi idi…

Kılıç Ali Bey bu girişten sonra Mustafa Sagir olayına geldi ve ağır ağır anlatmaya başladı :

İç ve dış olalar yoğunluk kazanmıştı. Bu yoğunluk ve kargaşalıklar içinde başımıza bir de Mustafa Sagir olayı çıktı. İstanbul’da gizli olarak çalışan ulusal gruplardan biri telgrafla, Hint Hilafet Cemiyeti üyelerinden biri olan Mustafa Sagir adında birinin Anadolu’ya geçmek istediğini bildirmişti. Bu zat Anadolu’da Hindistan Müslümanlarını temsil edecekti, verilen bilgilere göre. İçişleri Bakanlığı bu bilgiyi önce önemli ve inanılır bulduğundan Mustafa Sagir hakkında saygı gösterilmesini emretmişti İnebolu’ya. Bundan bir süre sonra İnebolu’ya çıkan Mustafa Sagir gerek halk gerekse hükümet ilgilileri tarafından çok samimi bir şekilde karşılanmış, konuk edilmiş, kendisine ziyafetler verilmişti. Sagir, bu ikramdan son derece memnun kalmış İnebolu’da nutuklar çekmişti... Kastamonu’ya geldiğinde ise bu ilginin azaldığını fark edip durumu hükümete telgrafla şikayet etmişti. Mustafa Sagir’ın bu üzüntüsünü hafifletmek için olacak kendisi Ankara’ya yaklaşırken Atatürk beni bu zatı bizzat karşılamak üzere göndermişti. Mustafa Sagir’i Çankırı kapısında karşıladım. Hintli temsilciye Gazi Paşa Hazretleri namına “hoş geldiniz” dedim. Ve kendisini TBMM’ne götürdüm. Orada Atatürk’le buluştu. Görüşmeleri yanılmıyorsam yirmi dakika sürdü. Mustafa Sagir, Paşa'nın yanından çıktı ve doğruca ikametine ayrılan Hürriyet Oteline götürüldü. O çıktıktan sonra ben Atatürk’ün yanına girdim. Büyük Önder'in yüzü hiç de memnun görünmüyordu. Düşünceli idi. Kaşları çatılmıştı ve şakakları oynuyordu. Sagir hakkındaki izlenimlerini sorduğum zaman, bana şu kesin görüşünü açıkladı; "dikkatli olmalı, bu adam mükemmel bir casustur." Şaşırmıştım. Bu hiç aklıma gelmemişti doğrusu. İlk defa gördüğü bir insan hakkında nasıl bu hükme vardığını soramadım. Sormakta içimden gelmedi. Çünkü Atatürk’ün kendisini hiç yanıltmayan bir önsezisi vardı. O zamanlar içişleri bakanı Adnan Adıvar’dı.  Soruşturduğumda O'nun da Sagir’dan şüphelendiğini öğrendim. Adıvar da bu adamın casus olduğundan şüpheleniyordu. Sagir, Hint Hilafet Cemiyeti murahhası olarak Ankara’da birçok kişiyle temaslarda bulunuyor, birçok ziyaretler yapıyor ama asıl münasebette bulunması lazım gelen hükümetten kesinlikle uzak duruyordu. Yaptığı temaslarda İngilizlerden hiç bahsetmemesi, buna karşılık Rusların aleyhinde bulunması dikkat çekmeye yetmişti. Şimdi artık ilgililer tarafından sıkı bir kontrol altında bulunuyordu.
Bir gün İstanbul’da ki meşhur “Nelson’a” gönderilmek üzere ecza ile büyük bir kağıt parçasına yazılmış fakat iki satırdan fazla olmayan mektubu elde edilmişti. Mektubun üzerine amonyak döküldüğünde, içeriği şüpheli görülerek Sagir tevkif edilmiş ve yapılan tahkikattan sonra yaman bir casus olduğu saptanarak üyesi bulunduğum bir numaralı Ankara İstiklal Mahkemesine sevk edilmişti. Böylece adı geçen mahkeme yalnızca ülkemizde değil, dış ülkelerde de yankı uyandıran önemli bir konuya el koymuş bulunuyordu. Sagir kimdi? Türkiye’ye Anadolu’ya niçin ve nasıl gelmişti? Bu soruların yanıtlarını bulup çıkarmakta mahkeme süresince pekte güçlük çekmiş değiliz... İngiliz Dışişleri Bakanlığının ta gençliğinden beri öğretim ve eğitimine önem verdiği Sagir, özellikle doğu ülkeleri için tam bir istihbaratçı olarak yetiştirilmişti. Son görevi o güne değin yaptıklarından çok daha önemli idi. Bu kez İngilizler, bu çok güvendikleri casusa  Anadolu’da her ne pahasına olursa olsun ulusal harekatı baltalamak, başarısızlığa uğratmak, elinden geldiğince suikastlar düzenlemek görevini vermiş... Hint Müslümanlarının sözde murahhası olarak Türkiye’ye geldiğinde şöyle diyordu; Müslüman kardeşlerimize yardıma geldim. Elimde bir buçuk milyon altınım var... Bununla Anadolu’da okullar açacağım, ulusal ordunun kuvvetlendirilmesine, modern silahlar alınmasına yardımcı olacağım. Tabi kolayca anlaşılacağı gibi bu parayı veren İngiliz hükümetiydi. Asıl görevi de ulusal harekatı baltalamak, Mustafa Kemal Paşa'ya suikast düzenlemekti… Mustafa Sagir çok akıllı değildi, ama becerikli, çalışkan ve planlayıcı idi... Gazi Paşa'nın hayatını tetkikten ve ona bir suikast tertibi için her türlü hazırlığı yapmaktan geri durmamıştı. Paşa'nın aşçı ve vekilharcının bahşiş alır takımından  olmadıklarını, Atatürk’e sadık ve son derce bağlı olduklarını, onları elde edip aracılıkları ile yemeklerine zehir koydurarak öldürtmenin olanaksızlığını anlamıştı. Öte yandan ata veya otomobile binerken yaverleri ve yanında bulunan sadık arkadaşları hemen bu bineklere binmeyerek Gazi'nin binmesini beklerler ve bu süre zarfında da etrafı gözetlerlerdi. Bu nedenle Paşa'ya kolay kolay silah atılarak öldürme olanağı da yoktu. Bu adamın memleketimize kastı neydi? Bir müslüman olarak bu görevi nasıl kabul etmişti. Bu soruları sorduğumuzda aldığımız yanıt şu oldu; "Bu memleketin evladından değilim. Vatan hainliği ile suçlanamam  ben Türk nimetleri ile bugünlere gelmedim beslenmedim, yetişmedim. Beni yetiştiren İngilizlerdir. Siz yetiştirmiş olsaydınız sizin için de her yerde aynı görevi seve seve yapardım. Hayat tuhaf şey... İdam... Fakat hayır, korkmuyorum idamdan. İslam’da merhamet vardır.  Siz merhamet ederseniz size İngilizlerin daha mahrem olaylarını da anlatır ve yazarım. Biliyordum. Türkiye’de iki türlü kalabilirim; merhamet ederseniz yerin üstünde, etmezseniz yerin altında..." Günlerce devam eden duruşması sonuncunda bu melunun memleketimizdeki  casusluğu ve hıyaneti tümüyle belirlenmiş kendisi adaletin pençesinden kurtulamayarak idam edilmişti.

İşte Mustafa Sagir olayının hiç saptırılmadan gerçek öyküsü budur Gökçen... Yine bir meseleyi burada vurgulamakta yarar görüyorum. Atatürk’ün O'nu ilk gördüğünde, hatta kucakladığında, bu adamın yüzündeki melaneti, şeytanlığı anında hissetmiş olması, O'na derhal tehlikeli bir casus damgasını vurması şayanı dikkattir. Savaşta da barışta da Atatürk hissiyatında hiç yanılmamış bir dünya lideridir...

 

 

KAYNAK :  Sabiha Gökçen - Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti

.


ZİYARETÇİ SAYACI
 
  Online Ziyaretçi Sayısı : 44
  Bugünkü Ziyaretçi Sayısı : 42
  Dünkü Ziyaretçi Sayısı : 21
  Bu Ayki Ziyaretçi Sayısı : 131
  Toplam Ziyaretçi Sayısı : 63613
SOSYAL BAĞLANTILAR
H.Levent ÜSTÜN - Her Hakkı Saklıdır © 2015
hlustun@hotmail.com